10 Temmuz 2012 Salı

Kimse Bu 33 Süâle Cevâb Veremedi - Servet Aydemir

İbretlik bir zıvanadan çıkış hikayesi


Bu romanda farklı zamanlarda yaşanmalarına rağmen birbirlerine karışarak akıp giden hayat hikâyelerine kapılacak, içindekilerle birlikte sürüklenerek heyecan dolu bir yolculuk yapacaksınız. Yol boyunca Türkiye’deki “İslamî Kesim”in son yıllardaki değişim-dönüşüm yolculuğundan çarpıcı manzaralar seyredecek, çetin süâllerle karşılaşacak ve aslında olan bitenlerin birçoğumuzun hikâyesi olduğunu hissedeceksiniz. İnanılmaz olayların birleşerek görkemli bir şelaleye dönüşüp, gerçeklik denizine çağıldayarak kavuştuğu noktada karşılaşacağınız olağanüstü manzara ise sizi büyük bir hayrete düşürecek ve romanı tekrar okumak isteyeceksiniz…
                                                                              * * *
Saffet siyaset konusunda şunu iyice anlamıştı ki; insanların derdi siyasetin kirli olması falan değil, o kirli siyasetten kendilerine düşen payın ne olacağı idi! Bu durum sadece siyasete de has değildi, aynısını her alanda görmek mümkündü.  

Kısacası; bu insanların asıl derdi “Fâsık-ı Mahrum” olmalarıydı Saffet’e göre: Yani, günah işlemek istedikleri halde buna imkân bulamamalarıydı esas meseleleri. Alttan alta şikâyetlendikleri şey de buydu ne yazık ki…

* * * 

Bazen kendisini suçluluk duygusuna kapılır gibi hissediyordu Veli Himmet: Manevi iç âlemindeki hocası, o yeri hiç değişmez sandığı “gönül sultanı”, uzun yıllardır oturduğu ve başkasına kaptırmak şöyle dursun; rakip olabilecek adayların bile hiçbir zaman meydana çıkamadığı; çıkmasının akla hayale dahi gelmediği o “gönül tahtını” başkasına kaptırmıştı! Hem de daha birkaç ay öncesine kadar varlığından bile haberdar olmadığı, İbrahim denilen şu garip adama! Üstelik tahtın yeni sahibinin “zirveye oynamak” gibi bir hevesi de gayreti de yok gibiydi. Hiç de koltuk sevdalısı biri değildi, tam aksine; ilk zamanlar Veli Himmet’ten kaçarcasına uzak durmuştu. Ayrıca bu yeni gönül sultanı, halefinden çok daha genç ve tuhaftı! Nezaketi elden bırakmadığı gibi gerektiğinde sözünü de esirgemeyen, kimseye eyvallahı olmayan gezgin bir derviş gibiydi. Bu halleriyle onda daha çok bir Şems-i Tebrizî havası vardı… Öte yandan, kimselerin bilmediği başka bir hal daha vardı: Veli Himmet kimselere söylemese de, hatta kendine de pek itiraf etmese de; kendisini o Şems’in karşısındaki Mevlana yerine çoktan koymuştu bile…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.